09 Ekim, 2011

Fotoğraftan Öykü Yazmaca

09 Ekim, 2011
ZEMİN


“…Neden sonra bıraktım artık eşlik etmeyi. Artık yeterince ilgi çekici gelmiyordu yaptıkları o kadar şeyden sonra. Zil çalıyor sanırım. Kapı zilinin sesi ile birlikte irkildim. Bu saatte kim olabilir ki? Kapıcı? Hayır, çöpleri daha dün almadı mı? Postacı? Hadi oradan…artık sadece faturalar postayla geliyor ve son gelen faturaların son ödeme tarihleri daha geçmedi bile. Açmayayım. Evet evet…en iyisi açmamak. Basar basar gider nasıl olsa. Ya gitmezse? Gider gider. Evet, en iyisi açmamak. Ayakta uyuyorum hâlâ. Kendime bir kahve yapmalıyım. Dama tahtası? Dama tahtası mıydı acaba? Hayır hayır…ama yok…satranç tahtasına benziyordu daha çok. Zemini daha iyi görebilmem için daha güçlü bir dürbüne ihtiyacım var sanırım. Şimdi de telefon…sanırım yine psikoloğum arıyor. Ona, birine eşlik etmenin aslında gerçek manada kişinin psikopat olarak etiketlenmesine yetmeyeceğini söylememe rağmen hâlâ bu konuda ısrarcı. Benim insanları gözetlediğimi iddia ediyor. Halbuki ben insanları gözetlemiyorum. Sadece onlardan birine eşlik ediyorum. Iyyk! Bu kahve bayat mı ne? Ama elde kalan tek kahve de bu. Mecbur içilecek. Aralık ayında güneşte açabiliyormuş demek ki. İnsan, ömrü hayatı boyunca günlük güneşlik bir havada kar yağdığına kaç kez şahit olabilir ki? Şanslıyım. Şu anda dünya, ters çevirdiğimiz zaman karların plastik gökyüzüne doğru yağdığı o küçük, yarım dünyaya benzeyen hediyelik eşyalara benziyor olmalı. Tek farkı dünyayı istediğimiz zaman tersine çeviremiyor olmamız. Yoksa düzüne mi demeli. En azından bu tür hediyelik eşyaların zeminleri belli. Aman, neyse. Hem benim bütün dünyam o artık. Onun uydusu gibi yörüngesinde dolanıyorum. Dama tahtası olabilir mi? Yok, hayır. Kesinlikle satranç tahtası bu. Hangi zevksiz iç mimar böyle bir dizayna imza atmış olabilir anlamak zor. Ne oluyor orada? İlginçliklerine yine başladı galiba. Barfiks mi çekiyor ne? Yok canım daha neler. Üstündeki giysi ne öyle? Erkek gömleği mi o? Hayır hayır…ona böyle bir iftirayı yakıştırdığım için kendimden utanmalıyım. Şimdi anladım. Bu meleklerin üniforması olmalı. Eskiden beri annem de böyle tarif etmez miydi melekleri hem? Evet, bu kesinlikle bir melek üniforması. O sandalye de ne öyle? Acaba burada intihar etsem kapı beni tutar mı diye deneme mi yapıyor ne? Hayır…melekler intihar etmez ki. Yine o zemin…dama tahtası…yok yok…satranç tahtasına daha çok benziyor. O da ne? Dokuzuncu kattan bir daire kiralamanın zorluklarından biri de aşağıda olan biten her şeyi pire gibi görmek. Zemini de çözemiyorum gerçi ama olsun. Onu görebilmem için bu gerekliydi. O ışıklar? Yanılmıyorsam bu bir polis arabası. Alt kattakiler yine kavga mı ettiler acaba? Şu zil sesi de bir türlü susmadı. Şimdi de kapı vuruşları…dokuz sekizlik kapı vuranına da ilk defa rastlıyorum. Bu ne şiddet? Kıracaksınız yahu kapıyı. Hah, oldu işte. Kırıldı. Yoksa go tahtası mıydı? Hayır..sanmam. şunun şurasında kaç kişi biliyor ki bu oyunu. Tavla hiç deği zaten. Geriye tek bir olasılık kalıyor o da satranç. Evet..kesinlikle satranç olmalı. Turkuaz? Hayır hayır…mavi bu. Gökyüzü mavisi. Gözlerimde bir sorun var galiba. Gökyüzü mavisi ile turkuazı nasıl karıştırabilirim anlayamıyorum. Hele ki gökyüzü mavisini diğer herhangi bir renk ile nasıl karıştırabilirim. Gökyüzü mavisi gömlekli adamlar? O şapkalar? O ellerinde tuttukları delikli soğuk metal de ne öyle? Bu…bunlar polis! Demek ki benim için gelmişler. Ama neden? Benim bir suçum yok ki? Kim? Psikoloğum olabilir mi? Hayır, o olamaz. Pencere…evet pencereye yönelmeliyim yavaşça. Bugün çok iyi birgün. Kar da tutsaydı daha iyi olabilirdi. Tıpkı o eski ve güzel gün gibi. Babamla kartopu oynadığımız o ilk ve tek güne benzer bir gün bugün. Hmm…dürbünsüz de seçilmiyor pek. Kesinlikle satranç tahtası. Yine satranca kaldık iyi mi. İlk defa tuttuğum dairenin bu kadar yüksek olmasına seviniyorum. Böylece öteki tarafa geçişim kusursuz ve aniden olacak. Bunlar neden bağrışıyorlar anlamış değilim. Üzerime geliyorlar bir de. Altı üstü hava biraz soğuk. Onun dışında her şey mükemmel. Az biraz üşüyeceğim sanırım ama o kadar da olsun artık. İşte her şey hazır. Şimdi sadece son olarak bir adım atmak kaldı. Son bir adım. Artık tüm sorunlarımın uçup gitmesine ve meleğime kavuşmama bir adım kaldı. Bunlar, eski ve mutsuz hayatımın son, yeni ve mutlu hayatımın ilk saniyeleri. İşte gidiyorum…bir insan ölünce binlerce hayal, binlerce anı, binlerce umut, binlerce kötülük, binlerce iyilik, binerce aşk, binlerce acı ve en kötüsü de binlerce insan ölüyor. Bunu şimdi kavrıyorum. Ve bir insan yeniden doğunca tüm bu durumların, duyguların, olayların, olguların ve kavramların yeninden ete kemiğe büründüğüne şahit oluyor. Fakat hiçbiri eskisi gibi değil. Hepsi yenileniyor. Bu sonsuz bir döngü gibi tekrarlanıp duruyor…sonsuza kadar dönen bir atlı karınca misali. Her şey birbirine o kadar bağlı ki. Galiba..evet…evet işte buldum. Tamam. Domino tahtası bu. Evet, zemin bu. Bu domino etkisinin başka bir zeminde hayat bulması düşünülemez bile. Zemin… domino…yavaşça gözlerim kayıyor ve her şey gibi zemin de gözümde ve beynimde gittikçe flulaşıyor. İlk defa zemin dahil her şey gittikçe flulaşırken daha da belirginleşiyor ve anlam kazanıyor. İlk defa…! Artık her şeyi anlayabiliyorum. Bir sonraki durağım ise soğuktan yer yer çatlamış, yeni dökülmüş sıcak asfalt zemin…bu soğuk kış günü biraz olsun içimi ısıtacağını umuyorum.

Artık rahatça ölebiliri…”

0 yorum:

 
◄Design by Pocket, BlogBulk Blogger Templates. Thanks to Blogger Templates. Distributed by Deluxe Templates